Saturday, January 31, 2009

Davos ve Erdogan

Hepimiz izledik, hepimiz bir seyler dusunuyoruz. Ben nasil yazsam derken Can Dundar cok guzel yazmis, katiliyorum:

Hem vicdan hem izan lazım
31 Ocak Cumartesi 2009

Sezar’ın hakkı Sezar’a: Erdoğan Davos’ta parmağını gözüne sokarcasına sallayarak konuşan Peres’ten sonra söz alıp tepki vermeseydi, Kaddafi karşısındaki Erbakan gibi fırça yedikten sonra hakaretleri sineye çekip dönseydi, bugün hepimiz “Yazıklar olsun” yazıları yazıyor olacaktık.
Erbakan’a öyle yapmadık mı?
Peres’in tavrının yanıtsız kalması sadece Erdoğan’ın değil, Türkiye’nin itibarını da iki paralık ederdi.
* * *
Kaldı ki, İsrail’in uyguladığı vahşete karşı dünyanın utanç verici suskunluğu vicdan sahibi herkesi çıldırtmıştı.
Filistin halkını abluka altında ezerek esir tutan, okulları bombalayarak göz göre göre çoluk çocuğu katleden bu ölçüsüz şiddet karşısında, “Gazze’ye sahip çıkarsak İsrail’le ilişkimiz bozulur”, “Aşırı tepki verirsek Amerika kızar” diyenlerin teslimiyetçi çizgisi, en serinkanlıları bile isyan ettirmişti.
“Arap dünyası bile umursamıyor; bize mi kaldı?” diyenler, “Tüm dünya susuyor” bahanesiyle bu katliamı görmezden gelmeyi önerenler, sabırları taşırmıştı.
“Amerika’yı karşımıza alırız”, “Ermeni meselesinde Yahudi lobisinin desteğinden oluruz” diye diye Türkiye’ye 3 maymun rolü biçenlere bir Ömer Seyfettin cevabı gerekiyordu:
Koca Ali gibi kolunu baltayla kesip “Al diyetini” demek...
Erdoğan bunu yaptı.
Batı ile oturduğu masalardan çoğunlukla ezik kalkmaya ve tepki vermeden önce hep Batılı büyük ağabeylerinin gözüne bakmaya alışmış, nicedir haysiyetli dış politikaya susamış bir toplumun, bir an olsun göğsünü kabarttı.
* * *
Şimdi madalyonu ters çevirelim:
Peres’in sert üslubu karşısında Başbakan’ın sessiz kalmaması ne kadar sevindiriciyse, gösterdiği tepkinin dozu ve üslubu da o kadar rahatsız ediciydi.
Öfkesi bir kez daha kontrolden çıktı.
Tepkisi çok insani ve vicdani olabilir; ama ölçüsüz ve kaba sabaydı.
“Siz” hitabından aniden “Sen”e geçmesi yakışıksızdı.
Beceriksiz moderatörle el ittirmeler, ses yükseltmeler, öfkeden kıpkırmızı kesilmeler, “Bi daha da gelmem” diye celallenmelerle tartışmayı bir mahalle kavgasına dönüştürdü.
Arabulucu rolüne soyunmuş bir ülkenin lideri olarak oturduğu koltuktan “arabozucu” kılığında kalktı.
“Haklı bir davada hışımla nasıl haksız duruma düşülür”ün canlı örneği gibiydi.
Gazze’yi, Şişhane’yi etkiledi; ama sözünü doğru dürüst söyleyebilse tüm dünyaya dinletirdi.
* * *
Sonrası daha da vahimdi.
Alkış yağdıkça Başbakan’ın hiddeti şahlandı, dili hepten kamçılaştı.
Batı basınına “uysal koyun” örneği vermeler, “Bize sünepelik yaraşmaz” diye diklenmeler, Peres’in “üzgünüm” diyen telefonunu “özür diledi” diye ilan etmeler, diplomatlara “monşerler” aşağılamasıyla yüklenmelerle infiali tavan yaptı.
Bir başbakanın vicdan sahibi olmasının yanı sıra izan sahibi de olmasının ne kadar önemli olduğu anlaşıldı.
* * *
Ben Başbakan’ı Hamas çizgisine fazla angaje bulmakla beraber, İsrail’e yönelik tepkisine hak veriyorum.
Amerikan tepkisinden de, İsrail lobisinden de ürkmüyorum.
Ürktüğüm şey, Başbakan’daki dizginlenemeyen feveranın, önce onun bünyesini, sonra Türkiye’nin geleceğini zehirlemesi...
Kör öfkenin boş gururla karışımından son derece patlayıcı bir kokteyl çıkabilir.
Ve o kokteyl, başımızda patlayabilir.

2 comments:

Tijen said...

İnce ince hesaplar,
birbirini kovalar...
demiş atalarımız.
Demedilerse de demiş olmayı isterlerdi herhalde.

philosophique said...

Tijen, sayfami ziyaret etmenize cok sevindim. Yazilariniz gibi yorumlariniz da incelik dolu! Tesekkurler!
gaye